Ben Duydum

Muvazaanın İleri Sürülmesi

Muvazaanın İleri Sürülmesi

Muvazaanın İleri Sürülmesi

Muvazaalı işlem kesin hükümsüz olduğundan taraflar her zaman hükümsüzlüğü ileri sürebilir.
Hükümsüzlük zamanın geçmesiyle düzelmez. Hâkim de dosyadan muvazaalı olduğunu anladığı sözleşmenin hükümsüzlüğünü kendiliğinden dikkate alır.
Sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü kişilerin muvazaayı ileri sürmesi, somut olayın koşullarına göre farklı özellikler taşıyabilir.
Tüketici olmamak kaydıyla, bu hususta bazı özellikli durumlara dikkat çekmekte yarar görüyoruz:

Muvazaalı işlem ile üçüncü kişinin zarara uğratılması ona karşı yapılmış bir haksız fiil oluşturabilir.
Bu durumda üçüncü kişinin muvazaa iddiası, muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünü ileri sürmekten çok, muvazaalı işlem ile uğradığı zararın giderilmesi veya tecavüz oluşturan durumun ortadan kaldırılmasına yöneliktir.
Esasen kanun koyucu muvazaalı işlemlere karşı üçüncü kişiyi koruyan düzenlemelere yer vermiştir.

Borçlunun mal kaçırmasına karşı alacaklıyı koruyan tasarrufun iptali davası (İİK m. 277 vd.) böyledir.
Mirasçıya, saklı payına tecavüz oluşturan tasarrufun saklı pay oranına indirilmesine talep hakkı tanıyan tenkis davası da böyledir (TMK m. 550 vd.).
Bu şekilde yasayla korunan bir menfaati bulunmayan üçüncü kişinin taraf olmadığı bir sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek taraflara karşı hükümsüzlüğün tespitini talep etmesi hukuka uygun değildir.

Üçüncü kişi hukuki yararı olduğu takdirde ve bu yararın korunmasına yetecek ölçüde bir dava hakkına sahip olabilir.
Örneğin geçerli bir tahliye sebebi bulunmayan kiralayan, taşınmazını tahliye etmek amacıyla ihtiyaç iddiasına dayanabilecek birine satmış gibi gösterdiğinde, kiracı tarafı olmadığı bu devrin muvazaalı olduğunu ileri sürebilir.

Dikkat edilecek olursa kiracı burada üçüncü kişi sıfatıyla taşınmazın devrinin hükümsüz olduğunu (yani hükümsüzlük nedeniyle yolsuz hale gelen tapu kütüğünün düzeltilmesini) ileri sürmemekte, kendisine karşı haksız fiil oluşturan bu satış işleminin tahliye davasına gerekçe oluşturmayacağına defi yoluyla dayanmaktadır.
Bu olasılıkta tahliye davasının reddi üçüncü kişinin korunması için yeterlidir; bunu aşan bir hükümsüzlük kararına gerek bulunmaz.

Muvazaalı sözleşmenin tarafları her zaman hükümsüzlük iddiasında bulunabileceğinden, bunların külli halefi olan mirasçılar da her zaman muvazaa iddiasında bulunabilir ancak bu iddialarını tıpkı taraflar gibi tanıkla değil yasal delillerle (senet, ikrar, yemin, kesin hüküm) ispat yükü altındadırlar.

Hâlbuki saklı pay sahibi mirasçı tenkis davasında şahsına ait bir hakka dayandığından muvazaalı işlem bakımından üçüncü kişi sayılır ve davasını tanıkla da ispat edebilir ancak bu dava sonucunda verilecek hükmün muvazaalı tasarrufu tümüyle ortadan kaldırmayacağı, saklı payı aşan kısmın hüküm ifade etmemesiyle yetinileceği hatırlanmalıdır.

Muvazaanın kural olarak üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebileceği kabul edilmektedir ancak muvazaalı olarak devredilen taşınmaz, sonradan iyiniyetli bir üçüncü kişi tarafından iktisap edilirse bu iktisap TMK m. 1023 gereğince korunur.
Taşınırlarda da aynı sonuca TMK m. 988 (emin sıfatıyla zilyetten hak iktisabı) aracılığıyla ulaşılır.

Önalım hakkı sahibine karşı muvazaa ileri sürülmesini Yargıtay’ın kabul etmediğini yukarıda belirtmiştik.
Ayrıca m. 19/II’de düzenlenen istisna da hatırlanmalıdır:
“Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.”

Örneğin taraflar muvazaalı bir işlemle görünüşte bir alacak oluşturmuşsa, yazılı sözleşmeye güvenerek bu alacağı devralan üçüncü kişiye karşı alacağın muvazaalı olduğu ileri sürülemeyecektir.
Bu hükmün kıyasen uygulama koşulları oluştuğunda muvazaalı alacağı devralmayıp alacak hakkı üzerinde rehin hakkı kazanılmasında da uygulanacağı kabul edilmektedir.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ