Ben Duydum

Türkiye’de Sanayi Devrimi Sonrasında Çalışma Hayatında Yaşanan Gelişmeler ve İşçilerin Korunması İhtiyacının Doğuşu

Türkiye’de Sanayi Devrimi Sonrasında Çalışma Hayatında Yaşanan Gelişmeler ve İşçilerin Korunması İhtiyacının Doğuşu

Sanayi Devrimi Sonrasında Çalışma Hayatında Yaşanan Gelişmeler ve İşçilerin Korunması İhtiyacının Doğuşu

Türkiye’de

Osmanlı’da sanayileşme yönünde bir takım çabaların varlığından bahsetmek mümkündür.

Nitekim Sanayi Devrimi’nden önceki yıllarda daha çok askeri ihtiyaçları karşılamak amacıyla, tophane, baruthane, tersane gibi sanayi tipi üretim yapan fabrikaların yanında 1800’lerden itibaren kâğıt fabrikası (1804), deri ve kundura fabrikası (1810), iplik fabrikası (1827), feshane (1833), çuha fabrikası ve basmane (1830’lar) gibi halkın ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik fabrikalar da kurulmuştur.

Hatta 1840’lı yıllarda Bakırköy ve Zeytinburnu’nda çeşitli sanayi kollarında faaliyet gösteren fabrikaların bir araya getirildiği sanayi kompleksleri de oluşturulmuştur.

Bununla birlikte, fabrikaların çoğunlukla İstanbul, Selanik, İzmir ve Bursa gibi batı illerinde kurulması, dolayısıyla Avrupa’da olduğu gibi topyekûn bir sanayileşmenin gerçekleşmemesi, Osmanlı’da bir işçi sınıfının oluşmasını da engellemiştir.

İşçi sınıfının oluşmaması ise, işçilerin taleplerinin yeterli bir şekilde ifade edilmesini ve ihtiyaç duydukları korumanın sağlanmasını engellemiştir.
Bununla birlikte, Cumhuriyet’e kadarki süreçte bu alanda herhangi bir yasal düzenlemenin yapılmadığını ifade etmek de yerinde olmayacaktır.

Nitekim Dilaverpaşa Nizamnamesi (1865), Maadin Nizamnamesi (1869) ve Mecelle (1876), işçinin korunması, iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ve bunların uygulanması bakımından işvereni sorumlu tutması bakımından önemli düzenlemeler içermektedir.

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, ilk yıllarda devletin sanayileşme yönündeki çabaları neticesinde hem fabrika sayısı artmış hem de bunların ülke geneline yayılması, böylece sanayileşmenin daha etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.

Ancak, çalışanların halen daha tarımdan tamamıyla koparak endüstri işçisi haline gelmeye sıcak bakmamaları ve bunun neticesinde de işverene tam anlamıyla bağımlı olmamaları, bir işçi sınıfının doğmasını geciktirmiştir.

Zira çalışanlar, geçimlerini sağlama noktasında yalnızca işverenlere bağlı olmadıklarından, sendikal örgütlenme ve grev gibi işçi olmaktan kaynaklanan haklarını kullanmaya yanaşmamışlardır. Sonuç olarak da, hem fabrikalarda yaşanan iş sağlığı ve güvenliğine aykırı durumların toplumun nispeten küçük bir bölümünün sorunu olarak görülmesi hem de buna yönelik toplumda bir bilincin oluşmamasından dolayı, bu konuda yasal düzenlemelerin yapılmasına dair toplumdan yükselen önemli bir talep olmamıştır.

Ancak Devlet, ilk yıllarda diğer tüm alanlarda olduğu gibi bu alanda da, toplumdan konuyla ilgili bir talep gelmesini beklemeksizin bir takım yasal düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur.

Bu bağlamda, işçilerin korunması ve işverene bu noktada görevler yüklemesi bakımından önemli olan Hafta Tatili Kanunu (1924), 818 sayılı Borçlar Kanunu (1926) ve Umumi Hıfzısıhha Kanunu (1930) yürürlüğe konulmuştur.

Aynı şekilde; 3008 (1936), 1475 (1971) ve 4857 (2003) sayılı İş Kanunları da iş sağlığı ve güvenliği konularında ayrıntılı düzenlemeler yapmıştır.
Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliği hukuku bakımından en önemli dönüm noktası ise 2012 yılında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun çıkarılması olmuştur.

Bu Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte, 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan bazı maddeler yürürlükten kaldırılmış, bu maddelerle düzenlenen konular özel kanun niteliği taşıyan 6331 sayılı Kanun  kapsamında düzenlenmiştir.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ