Ben Duydum

TÜRKİYE’DE DÖNEMLER İTİBARIYLA GSYH VE BÜYÜME – 1

TÜRKİYE’DE DÖNEMLER İTİBARIYLA GSYH VE BÜYÜME – 1

TÜRKİYE’DE DÖNEMLER İTİBARIYLA GSYH VE BÜYÜME

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar geçen sürede yarattığı hasılayı değerlendirmek istediğimizde, izlenen makroekonomik politikalar ve dünya konjonktüründe yaşanan değişimleri göz önüne alarak bir dönem sınıflandırması
yapmak gerekir.

Bu sayede, her bir dönemi kendi koşulları içinde değerlendirmek mümkün olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yarattığı ulusal gelirinin özet bir değerlendirmesini yapmak oldukça zor olmakla birlikte, bu başlık altında kuruluşundan itibaren planlı kalkınma ve 1980 sonrası dışa açılma dönemlerini esas alan bir dönemsel sınıflandırma yapılmıştır.

1923-1960 Dönemi

Lozan Antlaşması hükümlerine göre, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti tam anlamıyla ekonomik bağımsızlığını kazanamamıştır.

Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar ve gümrük tarifelerinin 1929 yılına (1928 yılı sonuna) kadar 1 Eylül 1916 tarihindeki seviyelerde tutulma zorunluluğu nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir dış ticaret politikası uygulayamaması, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında sıkıntılı dönemler yaşanmasına neden olmuştur.

Bu dönemde izlenecek ekonomi politikasının temelleri, 1923 yılında gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi ile atılmıştır.

Kazanılan siyasi bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla korunabileceği düşüncesiyle hızla sanayileşmek için özel kesim girişimciliğine dayanan hamleler yapılmıştır.

Ancak sermaye birikimindeki yetersizlik nedeniyle ulusal girişimciler yetersiz kalmış, devlet kurduğu kamu işletmeleri ile hem temel maddeleri üretmeye hem de özel sektörü desteklemeye başlamıştır.

1923-1929 döneminde ekonomik faaliyetleri düzenleme amacıyla birçok yasal düzenleme yapılmıştır.

Tarım sektörüne yönelik olarak 1925 yılında Aşar Vergisi kaldırılmış, sanayi sektörüne yönelik olarak ise 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu yeniden düzenlenerek yürürlüğe konmuştur.

1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk banknotları basılarak dolaşıma çıkarılmıştır.

Nüfusun büyük bir kesimini oluşturan ve geçimini tarımdan sağlayanların reel gelirleri artırılarak, yurt içi talep yaratılmaya çalışılmıştır.

Bu uygulamalara rağmen, özel sektörün imalat sanayisinde yatırımlarını artıramadığı görülmüştür.

Dönemin ortalama büyüme hızı, Tablo 2.1’de görüldüğü gibi, yaklaşık %11 seviyesindedir.

Cumhuriyet’in ilk 10 yılında kurumsal düzenlemelerin yanı sıra başta demiryolları olmak üzere altyapı yatırımları yapılmıştır.

Lozan Antlaşması’nın öngördüğü kısıtlamalar 1928 yılında sona ermiş, ardından dünya ekonomisi 1929 Bunalımına (Büyük Buhran) sürüklenmiştir.

1932’den  itibaren Düyun-u Umumiye’nin el koyduğu alanlarda kamu tekelleri oluşmaya başlamıştır.

Türkiye ekonomisi Cumhuriyet’in ilk 10 yılında özel girişimciliğin esas alındığı politikalarla yönlendirilmeye çalışılsa da 1930’lu yıllarda hem kendi ekonomisinden hem de dış konjonktürden dolayı devletin ekonomik hayat içinde daha fazla rol aldığı bir ekonomi politikasına yönelmek durumunda kalmıştır.

1930-1939 dönemini Türkiye’nin ilk sanayileşme dönemi olarak nitelemek mümkündür.

Sanayinin toplam ulusal gelir içindeki payı 1929 yılında %9,9 iken, 1939 yılında %18,3’e çıkmıştır.

Dünya ekonomisinin 1929 Bunalımı’nın yıkıcı etkileriyle uğraştığı bu dönemde, Türkiye dışa kapanarak, devlet eliyle ulusal sanayileşme hamlesini başlatmıştır.

1930 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuş ve artık ülke para politikasını kendisi yürütmeye başlamıştır.

1934 yılında Türkiye’de Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulamaya konmuştur.

Plan kapsamında dokuma, maden, kâğıt ve selüloz, toprak ve seramik ve kimya sanayilerinde faaliyet gösterecek 23 fabrika ülkenin çeşitli bölgelerinde kurulmuştur.

Planın temel stratejisi, halkın ihtiyaç duyduğu temel malların yurt içinde üretilmesi olmuştur.

Böylece döviz tasarrufu sağlanması, dış ticaret açığının küçültülmesiyle birlikte ulusal paranın değer kaybetmesinin önüne geçilmesi hedeflenmiştir.

Ayrıca, sanayileşme için gerekli olan nitelikli işgücü ve mühendislerin yetiştirilmesi hedeflenmiştir.

Hükümetlerin yatırım harcamalarının düzene sokulmasına yönelik planlar yapılmıştır.

Böylece devlet; yatırımcı, işletmeci ve denetleyici olarak ekonomik hayatın şekillenmesinde ve gelişmesinde büyük ölçüde egemen olmuştur.

Kapitalizm içinde devletçilik, kamu sermayeli işletmelerin piyasaya mal ve hizmet üretiminde bulunmasının yanında kamulaştırma, kamu tekelleri oluşturma, piyasalara ve fiyatlara müdahale etme, koruma ve teşvik uygulamaları yoluyla ekonomiye müdahale edilmesi anlamına gelir.

Atatürk, devletçilik ilkesini şu şekilde açıklamaktadır: “Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, on dokuzuncu yüzyıldan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ