Ben Duydum

Dışa Açılma ve İhracata Dayalı Sanayileşme Dönemi

Dışa Açılma ve İhracata Dayalı Sanayileşme Dönemi

Dışa Açılma ve İhracata Dayalı Sanayileşme Dönemi

Türkiye’de, GSYH’nın gelişimi açısından bakıldığında, 1980 sonrasını, önceki dönemden ayrı değerlendirmek gerekmektedir.

Önceden de belirttiğimiz üzere, Türkiye 24 Ocak 1980 tarihinde alınan istikrar kararları ile ithal ikameci sanayileşme stratejisinden vazgeçmiş, dışa açık, ihracat ve özel sektöre dayalı bir sanayileşme stratejisi benimsemiştir.

İzlenen ekonomi politikaları sonucunda (yüksek enflasyona rağmen), 1980-88 döneminde yakalanan yıllık ortalama %4,3 seviyesinde ekonomik büyüme sanayi sektöründeki üretim artışına bağlı olarak gerçekleşmiş, tarım sektörünün büyümeye katkısı ise azalmıştır.

Dönemler itibarıyla bakıldığında, Türkiye ekonomisinin büyüme performansı 1923- 1929 (%10,8) ile 1946-1953 (%11,5) dönemlerinde en yüksek olmuştur.

İhracata dayalı sanayileşme stratejisinde ekonomideki kaynaklar ihracat amacıyla yapılacak üretime yönlendirilir.

Sanayileşmenin yanında döviz gelirlerini artırmak amaçlanır.

Türkiye ekonomisinde kaynakların ihracata yönelik seferber edilmesinin ardından, 1989 yılında alınan “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ile finansal serbestleşme açısından önemli bir adım atılmıştır.

Kambiyo rejiminin serbestleştirilmesiyle, ülkeye çekilmesi öngörülen uluslararası sermaye hareketleri aracılığıyla Türkiye ekonomisinde sanayileşme sürecinin ve
gittikçe artan kamu açıklarının finansmanı amaçlanmıştır.

Böylece, Türkiye ekonomisinde, kaynakların dağılımının piyasa güçleri tarafından belirlenmesini ve üretim yapısı üzerinde siyasi iktidarların etkisinin azaltılmasını esas alan neoliberal iktisat politikaları egemen olmaya başlamıştır.

1989-2001 döneminde birbiri ardına yaşanan finansal krizler (Nisan 1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri) Türkiye ekonomisini derinden sarsmıştır.

Bu dönemin en önemli sorunları, bütçe dengesinin hızla bozulması ve buna bağlı olarak borçlanmanın artması olmuştur.

Ekonomide fiyat istikrarı bozulmuş, 1983-2001 döneminde enflasyon ortalama %60 seviyesinde seyretmiştir.

Sermaye hareketlerine  duyarlılığın arttığı bu dönemde, ithalat artışları ve iç talepteki canlanmaya dayalı kısa süreli büyüme dönemleri bir finansal kriz ile sonlanmış ve sonrasında devalüasyon ve istikrar tedbirleri gelmiştir.

2001 Krizi sonrasında bir taraftan gerçekleştirilen yapısal reformlar ve kamu mali disiplininin sağlanması diğer taraftan da küresel sermaye hareketlerinde bollaşmanın da etkisiyle Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme hızına yeniden kavuştuğu göze çarpmaktadır.

1980 sonrası dönemde Türkiye’nin büyüme oranlarındaki gelişime bakıldığında ise, büyüme grafiğinin adeta bir testerenin ağzına benzediği ve istikrarsızlık sergilediği görülmektedir.

Gümrük Birliğine dahil olan ülkeler arasında ticarete konulan her türlü kısıtlamalar kaldırılır ve birlik dışındaki ülkelere karşı ise ortak ticaret politikası yürütülür.

Neoliberal politika, serbest piyasa ekonomisine dayanır ve iç ve dış ticarette, uluslararası sermaye ve para hareketlerinde sınırlamaların kaldırılmasını, devletin
ekonomideki icracı rolünün sınırlandırılmasını savunur.

Dışa açılan Türkiye ekonomisi için bir diğer kilometre taşı Avrupa Birliği (AB) ile Gümrük Birliğinin tamamlanmasıdır.

Türkiye, 1 Ocak 1996 tarihi itibarıyla, AB’den ithal ettiği sanayi ürünlerine uyguladığı mevcut tüm gümrük vergileri ve benzeri kısıtlamaları kaldırmış, üçüncü ülkelere karşı AB’nin Ortak Ticaret Politikasını uygulamaya başlamıştır.

Taraflar arasında sanayi malları  ve işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımını kapsayan gümrük birliği sürecinde Türkiye, yasal düzenlemelerini ve kurumlarını AB’ye uyumlaştırma yükümlülüğünü üstlenmiş ve bu alanlarda birçok değişiklikler gerçekleştirmiştir.

1999 yılında, Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edilmesi ve 2005 yılından itibaren de üyelik müzakerelerine başlanmış olması, Türkiye’deki yapısal değişim sürecini
daha da hızlandırmıştır.

Türkiye’nin dışa açılma süreci, makroekonomik yapıdaki istikrarsızlıkların giderilmesi amacıyla 1998 yılında Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalanan Yakın İzleme Anlaşması sonrasında farklı bir yönelim kazanmıştır.

Bu süreçte, Türkiye ekonomisi Kasım 2000 ve Şubat 2001’de finansal krizlerle karşılaşmıştır.

Bu krizlerin ardından, Türkiye, 2008 yılına kadar IMF ve Dünya Bankası gözetiminde sürdürülen yapısal reformlarla birlikte ekonomide yeniden yapılanmayı gerçekleştirmiştir.

2001 krizinden sonra 2008 yılının sonuna kadar kesintisiz bir büyüme temposu yakalanmıştır.

Türkiye 2001 krizi sonrasında uluslararası piyasalarda bollaşan sermaye hareketlerinden kaynaklanan finansal genişleme ve ucuz kredi olanağına kavuşmuştur.

Bu sayede, canlanan iç talep yoluyla büyüme desteklenmiştir.

Diğer taraftan, giderek artan dış açıklar (cari işlemler açıkları), önce yüksek faizlerin cazibesiyle Türkiye’ye akmakta olan sıcak parayla, daha sonraları ise şirket birleşmeleri ve özelleştirmeler ile elde edilen doğrudan yatırım finansmanıyla karşılanmaya çalışılmıştır.

 

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ